Bunun dışında sınıfta dikkatimi Çinli bir şey çekti. Yani bakın bugün cuma ve hala kız mı erkek mi anlayamadım. Arada aklıma takılıyo, bugün hatta suratına baktım biraz gene akıl sır erdiremedim.
Sınıfı az çok tanıdıktan sonra şimdi pazartesi gününe dönelim. Tarihler 23 Eylül. Sabah ilk dersimiz ortak laboratuvar derslerinden birisi. Sınıf gayet kalabalık, herkese yetecek kadar bilgisayar da var. Sınıfın ön ve arkasında toplam iki tane tahta ve projektör kurulu. Aynı zamanda hörtmenimiz de mikrofonla konuşuyor. :) Yaklaşık 75 öğrenci falanız, sanırım 4 ya da 5 bölümden öğrenciler bu dersi ortak alıyoruz. Ortak dersleri seviyorum, büyükçe sınıflar, çok sayıda öğrenci. Karşı sırada sağ tarafta oturan öğrenci bir amca var, direkt tahtaya doğru bir tane kamera kurmuş. Projektörün tahtaya yansıttığı bütün slaytları videoya çekiyor. Tüm o slaytların internette yüklü olduğunu biri hatırlatsa iyi olacak, komik duruyor. Bilemiyorum, bir anlık gülüp geçiyorum. Bakıyorum.. Ses kayıt cihazları getirenler falan da görüyorum haftaiçinde.
Buradaki profesörler ingilizce konusunda on numara cidden. Bazen düşünüyordum acaba bizdeki gibi ana dile kayar mı konuşmalar falan diye ama yok. Artık eminim diyebilirim. Tek bir İtalyanca duymuyorum hocalardan. Bilgisayarları açtık, teyze hocamız dersi anlatmaya başladı. Tam da beklediğim şeyi görüyorum ilk, bu ne hız. :) :)
Ta ta taaamm.. MATLAB. Başladık yapmaya, bu sefer ilgiyle dinliyorum, adam akıllı öğrenicem. Bu dersi yoğun programda almaya karar verdim. Bu yüzden haftada 3 kere derse gidip, sanırım kasım gibi finalini verip geçmek istiyorum.
Size ders programımdan bahsetmemiştim dimi. Bayağı yoğun yahu, her gün ders var. Yani en boş olan sanırım cuma, o da sabah 9'dan 12'ye kadar. Tamam artık kabullendim de keşke bazı günler öğlen olsa dersler, ne güzel uyurdum.
Diğer bahsetmem gereken şey de sınav sistemi. Burada bazı hocalar vize yapıyor ama genelde direkt final şeklinde oluyor. Asıl farklı kısım, ilk önce yazılı sınava giriyorsunuz. Yazılı sınavda 30 üzerinden en az 18 almanız lazım. 18 ve üzeri alanlar bu sefer sözlüye girmeye hak kazanıyor. Ve evet burada asıl sınavlar sözlüler. Profesörlerle karşılık teker teker sözlü, aman yarabbi. Hadi bakalım. :) Sözlüden de 30 üzerinden 18 ve üzeri alırsanız paçayı kurtarıyorsunuz. Bir de en son hocanız sana soruyor; "Bak sen şu şu notları aldın kabul ediyor musun?". Eğer kabul ederseniz ondan sonra transkriptinize işleniyor. Yani sürpriz notlarla karşılaşmıyorsunuz bir gün transkriptinizi kontrol etmek için bilgisayarı açtığınızda. Kabul etmez iseniz de bu sefer tekrar sınavlarına girmeniz gerekli. Bir de şöyle bir durum var. Mesela bir dersi 3 farklı profesör anlatabiliyor. Farklı günlerdeki aynı derse gelip anlatan profesörler düşünün. Bazen aynı ders için 3 farklı profesöre gidip tek tek sözlü olabiliyormuşsunuz. Umarım böyle yapmazlar, aynı dersi 3 kere çalış et anlat sonra git öbürüne anlat en son öbürüne falan filan uzun iş cidden.
İlk günüm çok keyifli geçiyor. Salı günü okulu ekiyorum, heheh. :) Ama burs başvurusu yapmak için ekiyorum canım, keyfi değil yani. Notere gitmem lazım. Valla noter olmak iyi iş ha söyliyim size, bizim orda da rahat burda da. Buradaki noter sadece salı ve perşembe sabah 09:00'dan 11:30'a kadar açık. Diğer günler yok. Vay be, ne güzel iş! Sabah kalkıp gidiyorum, kapıdaki polis binanın arka tarafına geç diyor. Arka taraftaki sokağa bi' giriyorum. Ahanda! Bütün sokak sırada insanlarla dolu. Saat 08:50 falan. Tedirgin oluyorum ya bugüne yetişmezse diye. Saat 9 oldu mu açıyorlar kapıları, sırayla alıyorlar insanları. Az buçuk İtalyancamla yine anlatıyorum ne için geldiğimi. Ona göre ilk daha girişte polis size sıra veriyor. Hemen girişte soldaki ofis benim yaptıracağım işlere bakan yer. Girip bir yere oturuyorum, önümde 18 kişi falan var sırada. Fena değil. Ve tam yarım saat sonrasında noterden işimi halletmiş olarak çıkıyorum. Çok rahat oldu be. Bakkala en yakın postaneyi soruyorum, anlatıyor. Yakınlarda zenginlerin takıldığı güzel bir meydan var. Oradaki büyük postanede de işimi hallediyorum. Artık gerisi dinimiz amin.. :) Umarım çıkar da biraz rahatlarım.
Çarşamba keyifli değil yani. Sabahtan giriyoruz derse. "Advanced Electromagnetic". Zayıf, beyaz saçlı profesör bir amca. Slaytlardan ilerleyerek anlatıyor. Formül üstüne formül, arada açıklamalar vs. vs. Ölümüne sıkıcı ve bir o kadar monoton şekilde konuşuyor. Kahveye başladım resmen bunun yüzünden. Yoksa uyuklamamak elde değil. Bu en önemli dersim ve ortak sınıflar yok, haftada 3 günde 4 kere alıyorum bu dersi. Yahu hiç de ara vermiyor. Perşembe günü mesela sabah 9'dan 11'e kadar ders. Sürekli konuştu konuştu ve yine konuştu... 11:10'da saldı en son. Offff... bari zamanında bitir emi? Başım ağrıyarak çıkıyorum hemen dışarı. Onun yüzünden 11'de başlayan diğer derse geç kalıyorum. Diğeri de ortak ders, amfide işleniyor. Bir giriyorum sınıfa, herkes yerini almış tabi. Bana en arka sıra kalıyor. Bu dersi anlatan hoca da İngiliz ya da Kanadalı falandı sanırım. Tam hatırlamıyorum ama ana dili ingilizce. Mimiklerini de çok kullanıyor ağız kaş falan. Yani saçların üstü dökülmüş, yanları kalmış. Boy pos baya var. Böyle bir Jim Carrey düşünün. Arada çok benziyor o ağız ve kaş mimikleriyle. Çok gülebiliyorum içten içe bazen ona. İyi hoca ama ana dili olduğu için hızlı konuşuyor, cümlenin son bir iki kelimesinde de sesini iyice alçaltıyor. Ayrıca tebeşirle tahtaya pek bastırmıyor ve ufak yazıyor. Arkada olunca tüm bunlar büyük sıkıntı işte.
Cuma gününe gelince de sadece matematiksel bir dersim var sabahtan 12'ye kadar. Bu sabah gittim işte fakülteye, oraya varında dersliğin başka bir yerde olduğunu öğrendim. Bölüm sekreterliğinin o taraflardaymış. Yaklaşık 800-900 metre ötede. Gidiyorum, tam zamanında vardım. Çinlilerin arasında yer buluyorum kendime. Anlatan hoca iyi bence ve zevkli geçiyor dersler. Tam da zamanı gelince kendi ara veriyor. Oh mis..
Yani sonuç olarak şu amcanın dersi hariç memnunum genel olarak. Amcanın dersinden öylesine bir kare fotoğraf çekmiştim. Görüldüğü gibi pek sayı olmayan formüllerle uğraşmaya başladık bile. :)
Bitirmeden kısaca iki şeyden daha bahsedeyim. İlki okulum şu anki evden yaklaşık 1.5 km kadar uzakta. Hatta az daha fazla, 1.6 km falandır. Hani bizde Peugeot J9 dolmuşlardan bozma minibüslerde kokoreç, sucuk ekmek, köfte falan satarlar ya. (Pardon köfteciler genelde VW Transporter T2 falan kullanıyor.) Burada da onun gibi paninocular var. "Paninoteca" diye geçiyor isimleri. Her sabah, yolun yarısında birkaç manavı geçtikten sonra bu minibüsü görüp gülümsüyorum. Böyle kutu kutu pense gibi araba len. HEHEHE.. Aerodinami falan hiç yok öyle şeyler. Küp şeker gibi kesme kasa işte. Renkleri de pek bi' hoş.
Son bahsetceğim şey de okulumuzun kantini. Oh.. Çoğu şey satılıyor. Yani cidden birçok seçenek var. Özellikle içecek konusunda, şöyle bir fotoğrafını çektim geçen gün. Yani "efendime söyliyim" (bu videoyu youtube'da aratıp izleyin bu arada.) şişe şampanyadan, brandy'e oradan martini'den tut da viski'ye kadar pek çok şey var. Çok şaşırıp bir iki arkadaşa bahsediyorum, "Ne var bunda." gibi tepkiler alıyorum.
Kısaca ilk haftam bu şekilde geçiyor okulda. Güzeldi ya.. Ben beğendim yani. Öğrencilik hoş şey. Görüşmek üzere.